15 Temmuz 2009 Çarşamba

Gece Günlüğü

Gece Günlüğü - 1. Bölüm

Annemin kucağında, uykuyla uyanıkla geçen dakikalarla başladı bugünüm. Çarşambanın ardından, Perşembe'nin ilk dakikalarıydı. Çarşambaları severim...

Özlediğim o duyguyu, küçük bir çocukken annemin dizlerinin dibinde uyuduğum gibi uyumaya çalışıyordum. Bir yandan uyumak için çabalıyor, diğer yandan ayakta kalmak için kendime direniyordum. Diğer yanım kazandı. Ayaktaydım...

Benim olan, bana geri dönmüştü. Kalktım, odama ilerlerken farkında olmadan ektiğim dostumu hatırladım. Sola çark ettim, geri döndüm, telefonu aldım. İlerlemeye devam ettim. Gittiğim bir yolu geri gitmeyi hiç sevmem. Ne kadar kısa mesafede olsa bile. Ahizeyi kaldırmak kadar karizmatik olmasa da, çeviri sesini almak için telsiz telefonun tuşuna dokundum.

Ses yok... Ne bir cızırtı, ne bir çınlama... Hiç birşey...

Geçenlerde çekip bir kenara attığım kablolar yüzündendi. Sorunu ben yaratmıştım. Çözmekte bana düşüyordu. Yere oturup, kabloların birbirine temas etmesini sağladım. Kulağımın altına sıkıştırdığım telefon açıktı.

Kabloları temas ettirdim... Bir öpücük gibi... Bir fısıltı gibi...

Sonra çığlığını duydum Graham Bell'in. Bağırıyordu!.. 'Yaşıyorum' diyordu... Kabloları söktüm. Öldü galiba dedim. Sonra bir bıçak buldum, psikopat bir cerrah gibi deşmeye başladım kabloların derisini. Kestim, yüzdüm, soydum...

Aslında yaptım dediğim şeyleri yaparken çok uğraştım. Kabloları kesmek sandığım kadar kolay olmadı. Her biri saç teli kalınlığında olsa bile, o dışındaki katmanı yarabilmek için çok uğraştım. Bıçak en vahşi kurtların dişinden daha keskin olsa da, kablo yerine etimi kesmek konusunda daha hevesliydi. Ve kesti de...

Kanım yavaş yavaş, bir havuzda birikircesine kesiğin üzerinde toplanırken, parmaklarımın arasındaki kablolara bulaştı. Bir süre sonra, pıhtılaşıp yapış yapış oldu. Zaten parmaklarıma göre ince olan kabloları tutmam daha da zorlaştı. Sinirlendim, ısırmaya çalıştım. Dudaklarımdan çarpıldım, emdim elektriği... Nikola Tesla görebilseydi, benimle gurur duyardı. Fakat bana canlıymış gibi karşılık veriyordu kablolar, içine küçük şakacı bir ruh kaçmışta, benimle eğleniyormuş gibi...

Kabloların içindeki küçük, kötü, şakacı ve iğrenç ruh kanımı emdi. Kalanları çöp kutusunun üzerine tükürdü, sonra daha önce hiç bir görmediğim kanatlı, siyah ve en az o şakacı ruh kadar iğrenç bir böcek gelip, kanımın üzerinde dans etti...

Ama ben, kazandım... Graham Bell yaşıyordu, o iğrenç, küçük, şakacı, patavatsız şeytanı kaçırmıştım...

İşte yeni başlayan bugünün ilk saatlerinde bunlar gerçekleşti. Tam olarak anlatmasam da, özetleyebildiklerim bu kadar. Üstelik, neden size herşeyi anlatayım ki?..

Theres a devil waiting outside your door...
How much Longer?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder