29 Ağustos 2009 Cumartesi

Ölü Göz



Benim iki göz'üm var.
Bugün neredeyse sağ gözümü kaybediyordum. Öylesine düştü yerinden ve yuvarlanıp benden uzaklara doğru gitti. Düşüşünü gördüm diyebilirdim ama böyle bir durumda, bu bir yalan olurdu. İnsan göremediği zaman, bazı şeylerin nasıl olduğunu kavrayamıyor işte. Bu da öyle durumlardan biriydi.

Ellerimin arasından kayıp, yerde yuvarlanırken gözüm; Ben, korsan bandıyla karizmatik olunabileceğini düşünerek kendimi kandırıyordum. Klasik, siyah deri bir göz bandı mı yakışırdı, yoksa kumaş mı kullanmalıydım? Ben böyle saçma şeyleri düşünürken, gözüm bana bakıyordu.


Benden uzakta bir yerlerde, yerde öylesine toza bulanmış bir şekilde bekliyordu beni. Toz zerrecikleri etrafını aç karıncalar gibi sarıp, gözüme tutunmuşlardı. Gözüme girmişlerdi! Oysa acımıyordu hiç, nasıl olurda insanın gözüne toz gelince acımazdı ki? Acımamıştı işte.


İlerleyip, sağ gözümü sağ avcuma aldım. Üzerindeki tozu, kıyafetime silip havaya kaldırdım onu. Göz bebeğimde bambaşka bir dünya vardı ve ölüyordu sanki. Sol gözümse, eşini kaybeden biri gibi izliyordu onu. Yıllar boyunca birbirine hiç bakamayan, aralarında hep bir köprü olup, birbirine hiç kavuşamayan, bu birbirinin aynısı iki gözden biri şimdi ellerimdeydi işte.

Çıplak ayaklarımla tozlu yollarda yürüyüp, sarı kirli vanayı boş elimle kavrayıp, zorla çevirdim sağa doğru. Tozu çamura dönüştüren, ayaklarıma bulayan suyun altına tuttum gözümü. Sonra tekrar kuruladım kirli kıyafetlerimle. Bir kez daha havaya kaldırıp, son kez baktım ona.

Ardından yerine taktım...
Bugün, neredeyse sağ gözümü kaybediyordum.

Parca: Archenemy - Dead eyes see no future

27 Ağustos 2009 Perşembe

Yazı

Bugün aklımda çok fazla şey var, yazmak için. Oysa, beynim burnumun ucunda duruyorken, kendime şaşıyorum nasıl bu kadar çok şey düşünebiliyorum diye. Başlayayım mı? Evet evet..

Bugün iki eski arkadaşla birlikte takıldık, biri son günlerde bende kalıyordu zaten. (Bende evet.) Diğeri ise, arada sırada kısa süreli ziyaretleriyle kendini unutturmasa da, geçmişte sürekli yanımda olduğu için benden biraz sıkılmıştı sanki. Yine de, bugün kırmadı beni geldi..

Yorgunluk ve Hastalık..

Kraliçemi hasta görünce, bu yaşlı bedenim dayanamadı onun haline. Bırakıverdi kendini.. :(

Bugün, çok cömert bir insanla tam anlamı ile tanıştım. Daha doğrusu, tanıdığım bu insanın böylesine cömert olduğunu yeni farkettim. Bir kez daha şaşırdım, üstüne üstlük sevindim. Böyle insanlar varmış hala dünyada, çok garip. Üstelik, öyle %6'lık - %7'lik kesimden de değil. Senden, benden, bizden..

(Burada bir paragraf daha vardı ama unuttum. Yeri boş kalmasın, üzülmesin o kısım.)


Sınırlarımı zorluyorum ben bugün. Günlerin nasıl geçip gittiğini farketmediğim gibi her geçen gün, besin zincirindeki civa miktarının artışı gibi, benim bedenimdeki yorgunluk dereceside yükseliyor. İbre kırmızıyı gördü, sona doğru yaklaşıyor. Ve ben hala yazmak için diretiyorum nedense..

Üstelik ben öyle Blog'u doldurayım diye de yazmıyorum. Blog'a değişik şeyler eklemek, güzelleştirmek istiyorum ama çoğu zaman 'Ayarlar'a aptal aptal bakıp, sonra kapatıyorum ve sıradan yaşantıma, siyah sanal defterime, standart yazı tipime geri dönüyorum. Kendi halimde takılıyorum, burnumu siliyorum, ekrana bakarken gözlerimi kısıyor ve masa başında bir şeyler atıştırıyorum.

Sonra farkediyorum.. Bir benim Blog'um siyah kaldı.

Ha, bir de müzik dinliyorum.

DEVASA EDIT!!!!!!

Ohaaa... Nasıl unuttum lan! Evet, unuttuğum kısma tekrar yazmak yerine yeni edit geçtim, hatta bununla ilgili bir yazı bile yazabilirdim ama hasta ve çok yorgunum. Buraya böyle, büyükçene edit çaktığımı belli edeyim de, siz okuyun.

Babam, bana bugün Frpnet Turnuvasının sonucunu sordu. Finale kalabildin mi? Dövüşü alabildin mi dedi! Yıllardır, bırak olm bu işleri diyerek geçiştirdiği, hiç takmadığı ve bir vakit kaybı, saçmalık olarak gördüğü şey ile ilgili bir şeyler sordu.

Benim için çok önemli bir şey bu lütfen. Evet, babam bana sordu.


26 Ağustos 2009 Çarşamba

Ben Dünyaya Âşığım

Farkettim ki, artık dünyevi şeylerle mutlu olabiliyorum. Yani, öyle duygusal bunalımlarım, can sıkıntılarım, aşk arayışlarım kalmadı pek. Mesela, iyi bir yemek beni çok mutlu ediyor. Yatağımdan, yastığımdan fazlasıyla memnunum ve uyuduğum her dakika, yatakta ayyaş kıvranışlarım beni çok mutlu ediyor. Ben dünyaya âşığım sanırım...

O aşk şarkılarının bir anlamı yok gibi sanki. Ne olmuş, onu sevdiysen? İtildiysen kendine sakla, unutulduysan ortalarda dur. Geride kalırsan, unutulursun. Yaşam seni boğuyorsa, intihar et. Ölümden korkuyorsan, yaşamaya çalış. Sevmiyorsan, söyle. Seviyorsan, haykır. Üzülüyorsan, belirt...

Yani, artık size öyle aşklı meşkli şeyler yazamayabilirim. Bu yüzden, bugünden önce de olduğu gibi bir beklentiniz olmasın. Rahat olun..

Seviyorsanız, seviyorsunuzdur. Özel bir şeyler olmasına gerek yok, bir nedene bile gerek yok.

Parçası: Bulutsuzluk Özlemi - Aşk Çok, Para Yok

25 Ağustos 2009 Salı

Olmamış Gibi

Hiç olmamış gibi davranalım hadi...

Hiç yapmamışız gibi, elin elime hiç değmemiş gibi, birbirimizden hiç nefret etmemişiz gibi, hiç kesmemişiz gibi birbirimizi. Ayaklarımızdaki cam kırıklarını sökmeden yürüyelim, çiçekleri ezip, inatçı iki keçi gibi o köprüden yanyana geçmeye çalışıp intihar edelim ya da birbirimizi öldürelim.

Hangisi senin için uygunsa...

Bu da bir başka oyun, hiç oynamadığım türden. Deneyelim, belki hoşuma gider.

21 Ağustos 2009 Cuma

Bir Avuç Kum




Birikmiş bildirimler, mesajlar, yorumlar, güncellemeler... Hepsi beni bekler. Günlerin nasıl geçtiğini bilememek iyi mi kötü mü? Ben buna cevap veremiyorum. Akıp geçen günler, beni yavaş yavaş öldürüyorken, çalışan insanların yaşamaya eğilimli oldukları da bir gerçek. İşte ben; O yaşamaya eğilimli insanlardan biri oldum.


Bazı şeylere yetişememek can sıkar, bilirsiniz. Vakit ayıramamak, özellikle de kendine vakit ayıramamak kadar kötü bir şey yok.İnsan bazen, ayrı düşermiş kendinden. Kendimden ayrı düşeli bir hafta olmasına rağmen, can sıkmaya başladı. Öyle ya; İnsan bedel ödemeden hakedemiyor. Hakettiklerin seni sevindirse de, bedeli ödemek zevkli değil, zorlanıyorsun. (Belki de siz zorlanmıyorsunuzdur, genelleme yapmayı sevmem.)

Tek derdimiz aşk demiştik ya..

Değilmiş..

Sevmeyi, sevilmeyi, aşk denen şeyi unutalı çok oldu. Televizyonlarda felan, canlı şeyleri yetiştiren kişilerin; "Sevgi olmadan hiç birşey yetişmez." Dediklerini duyuyoruz. Ne kadar komik değil mi? Sevgi olmadan büyüyemiyor muyuz? O olmadan yaşayamıyor muyuz?

Söyleyin bana, kaçınız aşk acısı çekmedi? Kaçınız terkedilmedi? Kaçınız âşık olduğu kişiden ayrılınca yerine kısa sürede yenisini buldu? Ki zaten, hemen birilerini sevebileceğine inandığım tek şeyler Teletabi'ler, onlarda yoklar artık.

Yani herkes bir yanından eğilip, bükülüyor. Bir yanından hasar alıyor, kan kaybediyor. Kemiksiz kalbi kırılıyor, yaşamdan yaralı hayvan gibi can çekişiyor. Yine de, hayatta kalıyor. Şu günlerde ölmek bile zor. İntihar etmek zor iş, büyük konuşmamak lazım ama ecel öyle çabuk gelmiyor. Kısacası, bedenini hissetmeyene kadar kan kaybetmek, can çekişmek, acıyı hissetmek şart gibi bir şey...

Çok merak ediyorum bu rüzgârlar bizi nereye savuracak, hangi suya düşeceğiz ya da hangi ağaca çarpıp yeri öpeceğiz. Sürüklenirken diğer yapraklarla beraber, hangilerine değip geçeceğiz ya da yapışıp yol alacağız.

Kum saatini dolduran bir avuç kum kadar yaşantımız. Artık, gereksiz şeylerle uğraşmayın. Ruhunuza hitap eden şeyler dinleyin, amaçsız gruplar açmayın, açıyorsanız bizi davet etmeyin, facebook'u video paylaşım sitesi olarak kullanmayın. Bloglarınıza anlamlı şeyler yazın, tek cümleyle açıklanabilecek bir hayatınız varmış gibi davranmayın.

Kendiniz olun, adam olun, âşık olun, insan olun. Mevlana öldüğünden bu yana çok uzun zaman geçti. Devir değişti bak. Yazı da bitti. Bi de bir kaç mısra ekleyelim, parçamız olsun.

Nerdeydin bunca vakit?
Ey nakit.
Acı çektik, çok garip.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Rörörö

Çok yorucu şeyler oldu. Doldum... .44'lük bir magnum gibiyim.

Tabi, sinir, stres, saçmalama değil. Hüzün, bunalım felan da değil. Bildiğin, beyinsel ve fiziksel yorgunluğu getirdiği yorgunluk. Peki nasıl doluyorum? Şu şekilde... Fazlasıyla yorgunken, istediğiniz herşeyi yapamıyorsunuz. Bu da içinizde uhteler bırakıyor, can sıkıyor.Sonra bunlar birikiyor. Böylece dolmuş oluyorsunuz.

Çıplak ayakla toprağa basmak gerek. işi bırakınca akmak gerek, su gibi olmak gerek. Soğuk suya dalmak, çıkmamak, baş aşağı sallanmak, rahatlatmak için bi araba dolusu adamdan dayak yiyip rahatlamak lazım.

----------------------------------------------------------------------------------------

Gördüğünüz gibi bu yorgunluk ve ağrılarla, insan bir şeyler yazmak istese bile yazamıyor. Ikınmak dediğimiz olay bu. Bunu wc'de de yaşıyorsunuz, biliyorsunuz. Bu yüzden ayrıntılı olarak açıklama gereği duymuyorum. Ama boktan bir yazı olmasına rağmen yazmamın sebebi, blog'a yazdığım zaman rahatladığımı hissetmem. Yapamadığım şeylerden birini yaptığımı düşünüp, psikolojik olarak rahatlamak bu, başka bir şey değil. Ortaya insanların keyifle okuyamayacağı, sadece blog'ta yer işgal eden bir şeyler karalamak...

Yapılacaklar listesinden bir şeyler daha eksilttikten sonra yatayım değil mi?

Bir şey yaptım ben! Bir şey yaptım! Yapabildim!

Bu yazının bi parçası yok, kafanıza göre açıp dinleyin. Benden size kıyak olsun.

11 Ağustos 2009 Salı

Scarface

Bazı dostlar vardır. Onlar sizin içinizi, ciğerinizi bilirler. Onlara yalan söyleyemez, numara yapamazsınız. Sizi olduğunuz gibi kabullenmişlerdir ve her türlü kötü huyunuza katlanırlar. Onların yanında kendinizi güvende hissedersiniz. Ve size bir şey olduğunda, onların yanınızda olacağını bilirsiniz.

Size güven ve sevgi verirler. Bu gibi şeylerin bir karşılığı olmaz.

Bazıları hep suskundur, bazıları ise çok konuşur. Yine de, sizde onları bu şekilde kabullenmişsinizdir. Onların sınırlarını bilirsiniz, tıpkı onların sizi bildiği gibi. Durmanız gereken yerde sizi uyarmazlar. Çünkü, o sınırı bildiğiniz için yaklaşmazsınız.

Bu dostlar, Mehmet Ali, Emre, Dali gibidirler. İşte Oğuzhan'da onlardan biri.

Gözümün önünde çeneni parçalamış, ayağa kalkıp bana gülme demiş olsan da. Aynı zamanda çenene dikiş atılırken, "Milletle scarface diye dalga geçiyorduk, şimdi biz scarface olduk iyi mi?" gibi geyiklerde yapsan da. Ameliyat öncesinde tıkanacağını bilsen bile hala gevezelik etsen de...

Sana ne diyebilirim ki?

Hadi Hacu Badem, dayan biraz. Kalk ayağa kırıklarından arın bir an önce. Ömür boyu seni saran telleri at üzerinden. Eline gitarını alıp gevezelik et. Sorun değil biz dinleriz seni.

Hadi Hacu Badem...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Nefret Ettiğiniz İçin Teşekkürler

Bugün Blog'umun birileri tarafından okunduğunu farkettim. Yani basitçe yorum yapmaktan ya da hatır uğruna okumalardan değil. Gerçekten okunduğunu farkettim. Bu basitlikten öte, gerçekliğin ta kendisiydi. Benden nefret eden onlarcasından sadece biri bu blog'u okuyordu ve beni mutlu ediyordu. Umursuyordu, benden ne kadar nefret ettiğini haykırırken bir diğer yandan, beni umursayarak kendini yalanlıyordu.

İnsanlar çok garip, bunu yeni farketmiyor olsam da, her farkedişimde yüzüme bir gülümseme yerleşiyor. Onları her geçen gün biraz daha fazla anladığımı düşünüyorum, yıllar boyunca böyle insanlarla konuşarak, bir çok insan profilini öğrendiğimi söylesem, mübalağ etmiş olmam sanırım.

Sonuçta, sıradan geyiklerin dışında olan bu tartışmalar size nasıl tepkiler vereceğinizi öğretir. Ne zaman alttan alacağınızı, ne zaman efsanevi çıkışlar sergileyeceğinizi, ne zaman önemsemeyeceğinizi öğrenirsiniz. Basit bir kahkaha ile bir insanı rahatsız edebiliyorsanız eğer o kişi sizi umursuyor hatta önemsiyordur. Siz gülüp geçerken onun sinir olması bize şu şekilde birini işaret ediyor; "Yenilgiyi hazmedemeyen, kontrolün ve tüm ilginin üzerinde olmasını isteyen birini."

İşte benim,kıtaları birbirine bağlayan köprü rolünü üstlenen burnumun altında yatan gerçeklik bu. Siz onları ve kendinizi biliyorsanız eğer birilerinin size egomanyak, megaloman gibi yakıştırmalar yapmasının bir önemi yok.

Şeytan Rolü ile Al Pacino şöyle söyledi: "Kibir, en sevdiğim günahtır."

Evet, bu beni bir şeytan yapıyor öyle mi? Kesinlikle öyle. Bana şeytan diyebilecek kadar ileri gidebilirler. Bunu beklerim, yine de bu şeffaf perdenin ardından herkesin rahatça, bilip bilmeden konuşabildiği de ayrı bir gerçek. Bu yazıyı okuyarak; "Kim sana böyle şeyler diyor?" diyerek, kahkahalarıma eşlik edecek olanlar vardır. Rahat olsunlar lütfen, çünkü daha fazla güleceğiz emin olabilirsiniz.

Al Pacino'ya, yani şeytana şu cevabı verdim. "Dostum! Kibrim beni bir gün öldürecek..."

Evet aynen böyle, yine de onlardan çok daha fazla yaşayacağım. Eh, kötüye bir şey olmuyor değil mi? Söylediklerimizin gerçekleştiğini düşünecek olursak, uzun bir süre yaşayacağım. Çünkü, beni yaşatmak zorunda, çünkü bildiklerime ihtiyaçları var. Çünkü, başları sıkıştığında "bu böyle mi olacaktı ya?" gibisinden sorularla beni rahatsız edecekler. Bende rahatsızlığımı belli etmeden, onlara kahkahalarla cevap vereceğim.

Ben: Son sözlerim gereğinden fazla kibirliydi değil mi?
Şeytan: Evet! Evvet!
Ben: Tamam, güzel konsepti bozmak istemeyiz.

Tamam tamam, bu kadar yeterli. Bende O'nları önemsemiş oldum böylece. Tabi ki, kimseyi önemsemediğimi söylemedim. Ben herkesi önemserim. Onlarla konuşur, tartışır, kahkaha atar ve nefret edilesi hale gelirim. Ve benden nefret ettikleri için teşekkür ederim.

Benden nefret ettiğiniz için teşekkür ederim.

Son olarak; Aaron Eckhart'ın canlandırdığı Nick Naylor'dan şunu duyuyoruz.

Michael Jordan plays ball, Charles Manson kills people, I talk...
Everyone has a talent.

Dipnot: Tanrım, özür dilerim ama bunları yazmak zorundaydım. Ahahahaha!

Afiyet Olsun

Bir zamanlar yediği kaseye tüküren biri vardı. Şimdi aynı kaseden yemek için geldi. Ve aynı gün, başka biri aynı yere tükürdü. Eğer yeterince şanslıysa, geri geldiğinde tükürdüğünü unutmuş olur. Unutmamışsa, hatırlayışı acı verici olacak.

Tanrı'ya havale ettiklerimi, o nedense hep bana geri gönderiyor. Bende onlara, pisledikleri kaptan yediriyorum. Afiyet olsun...



8 Ağustos 2009 Cumartesi

Nosferatu


"Merhaba...

Yüzüme bakmayın. Görmek istemezsiniz.. Maskem buralarda olacaktı."

Yeterince iyimser biriyim değil mi? Yani, kendi iğrençliğimi bile bir kenara atarak, yüzüme bakacak olanların iğrenmemesi için uğraşıyorum. Ve bunu yaparken, yüzümdeki maskeyi bir kenara atmak zorunda kalıyorum.

İşte, son zamanlarda dönüştüğüm şey bu. Ben bir Nosferatu'yum, her ne kadar size yakışıklı görünsem bile öyleyim. Çevresinde sadece ihtiyaçtan doğan birliktelikleri ve arkadaşlıkları olan, kendi muazzam çöplüğünde yaşayan ve bu çöplükten insanlara istediklerini sunan biri...

Bu şekilde olmanın getirdikleri konusunda bilgisi olanlar, ancak benim gibi olanlardır. Benim gibi olmayanlar ise yalnızca söylediklerime inanarak, başkalarını ve kendilerini kandırırlar. Ve, ben yalan olduğunu söyleyene kadar, söylediğim her söz gerçektir. Buna inanın...

Bütün günüm sizi izlemekle geçiyor, her birinizi takip ediyorum. Konuşmalarınızı dinliyor ve yorumlarınızı okuyorum. Burası sizin için revaçta olan bir yer değil. Bu yüzden, bu yazıyı okuyan bir kaç şanslı kişi, kendini özel hissedebilir. Çünkü onlar, maskenin altında yatan yüzün, ikinci bir maske olduğunu öğrenebilecek kadar şanslı olanlardır.

Benimle olan diyaloglarınızda, biraz daha ılımlı olmalısınız. Hiç bir zaman dinlemeden, saldırıya geçen biri olmadığım için sakin bir şekilde, sizi dinleyeceğimi bilmeniz sizi rahatlatır umarım. Yine de, kaybedecek hiç birşeyi olmayan, kendi başına buyruk küçük kızlar ya da genç erkekler gibi davranmaktan vazgeçin. Çünkü; bu şekilde davranan herkes geri dönüp tükürdüğü yeri yaladı.

Ve bu yazıyı okuyacak o az sayıdaki kişi için söyleyebileceğim tek bir şey var;

"Gördüğünüz şeyin gerçek olduğunu anlamak için beş duyunuzdan fazlasına ihtiyacınız olacak. "

Nosferatu

6 Ağustos 2009 Perşembe

Çoksunuz

Bazen, tüm bu can sıkıntısını gidermek için yazayım diyorum ama yine siz geliyorsunuz aklıma. Adam adam ayırmayın, kendinizi kayırmayın lütfen. Ben farklıyım demeyin, bizzat sizde öylesiniz işte. Ayrım yapmaya ne gerek var. Baya baya öylesiniz.

Yazı sonradan sonraya, sizler için yazılmış bir yazıya dönüşüyor sonra. Şu anda olduğu gibi..

Neyse, size bu kadarı yeter bile. Fazlasına gerek yok.

Üstad Der ki; "Ne kadar da Çoksunuz..."

Aptal Sayılmam

4 Ağustos 2009 Salı

(Nokta)44


İşte böyle tek tabanca...

Kirli Harry gibi olmak istiyorum. Pis bir sakalım yok, uzun bir süre olmayacak gibi ama saçlarımı onun gibi yapabilirdim. Ve .44 Magnum... Evet bebeğim. Onunla aramıza hiç kimse giremezdi...

Tüm bu çılgınlığımın sebebi, bir şeyleri parçalama arzumdan kaynaklanıyor. Bu çılgınlık anlarında, yanımda olmasını istediğim ve hiç bir zaman yanımda olmayan iki şey var. İkinci bir katana (çünkü bir tane var.) ve ya .44 Magnum...

.44 'le bir arada olduğumu düşünüyorum. Ve mahmuzlu, yılan derisi çizmeler. Taş zeminde yürürken, tahta "Sallon" havası vermez ama yine de çıngıraklı yılanın uyarısı gibi gelen mahmuz sesleri ürkütücü olabilirdi. 1 dk. boyunca silahımı belimden çekmekle uğraştıktan sonra devasa magnumu canımı sıkan kadına doğrulturdum.

"Daha iyisin ya..."

Aslında, söz konusu kadın konusunda kimsenin kendine pay çıkarması gerekmiyor. Herhangi biri olabilir kurbanım. Yine de .44'le tanışma şerefine nail olmak, her kadının yakalayabileceği bir fırsat değildir. Siz yine de, her biriniz, teker teker üstünüze alınan bunu.

...

.44lük, tek gözünden kadına bakarak tısladı. Kızgın ve her an patlamaya hazırdı. Tasması çözüldü, gerileyerek dışarıya önce bir ateş bulutunu aksırdı. Bu aksırığı, kurşuni bir balgam takip etti. Namlu gökyüzüne kalkarken, kurşuni balgam .44'ün ağzından çoktan çıkmıştı.

Artık dönüş yoktu... Kadının gülmeye, üzülmeye, ağlama, af dilemeye hatta anlamaya bile fırsatı yoktu. O sadece boş boş bakıyordu .44'e...

Kurşuni balgam, önce havayı, sonra kıyafeti, ardından askıdaki sütyeni delip geçti. Kadın gözlerinin hafifçe sola kaydırdı. Sivri, kurşuni balgamı gördü. Yanından geçerken, anladı. Kurşuni balgam gelmeye devam ediyordu. Kulağına yaklaştığında duydu. Kulağını geçip saçlarını havaya uçurduğunda ve sıcaklığını kadının tenine yansıttığında, kadın korkunun ne olduğunu anladı...

Mermi, kadının başının yanından geçti ve duvarı deldi. Iskalamamıştı, kadın bayıldı.

Adam kadını kaldırıp götürdü. Gerçekten, götürdü...

...

Taxi Driver / Martin Scorsese

i'm gonna kill her with a 44 magnum pistol.
i have a 44 magnum pistol. i'm gonna kill her with that gun.
did you ever see what a 44 magnum can do to a woman's face?
it'd fucking destroy it. just blow it right apart.
that's what it can do to a face.
did you ever see what it can do to a woman's pussy?
you should see what a 44 magnum's gonna do to a woman's pussy.


Apartmanda büyüdüm ben,
Kalbim buna dayanmaz.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Kırmızı Kapı

İçindeyim hayat
Hisset beni..
İliklerine kadar..
Hisset beni...

Biliyorum, sert seviyorsun.
Ama neye yarar,
İdare et benimle..
Sıkı biri olmasam da..
Sana gösterecek,
Bir kaç numaram vardır elbet...

04.25