31 Mayıs 2009 Pazar

Mutlu muyuz?

Bak yine uyumadım ben!

Ne halt ediyorum bilmem ama uyumuyorum yine. Sızmam bu saatten sonra istemediğim sürece, bahanem bol ama yapılması gereken işlerde var. Yazı yazıyorum işte, okuyorsun, bundan sonra ne yaparım bil(m)iyorum.

Bir dengesizlik başladı bende, her zamankinden farklı. Önceden terbiyeli çocuğu oynayarak, amanın bir yazı yazayım adam gibi, duygulu mu duygulu, güzel mi güzel, okuyanı kasıklarından yakalayayım, etkileyeyim havalarında. Yok arkadaş, sana iyi davranmaya gelmiyor...

Hoş, bende suçsuz sayılmam. Sen niye bir okuyan çıkarda rezil oluruz diye düşünüyorsun ki, Facebook'ta da yayınlanıyor bu yazılar. ( Verdim ayarı... ;) ) Ama gören olsaydı şu saate kadar yorumu yapar, noktayı koyardı. Eh, ucunu açık bırakırsan sapıtırım.

Evet bunu yaparım seni lanet olasıca!

Neyse dur, dengesizlik diyordum. Son zamanlarda favori filmlerimi arka arkaya izleyip, replikleri ezberlemeye başladım. David Carradine, Uma Thurman, John Travolta, Samuel L. Jackson, Michael Madsen ve Quentin Tarantino ile kanka oldum. O derece...

Geçenlerde herifi rüyamda gördüm lan!? o.O Alakasız bir şekilde, hiç bilmediğim bir mekanda birlikte oturmuş konuşuyorduk. Asabiydi pezevenk, bir şeyler anlatıp duruyordu. Bende tamam tamam diyordum ama hayranlığımı üzerimden atamamışım ki, aldırmıyordum söylediklerine, filmlerindeki kısa rollerinden birini oynuyordu. Bende başroldeydim. Ne yani ? Olamaz mıyım? Olurum lan!

Velhasıl kelam, Pulp Fiction idi, Hell Ride idi, Planet Terror idi, oturup izler, ezberler oldum. Soundtrack'lerini dinler oldum. Kendimi kaybeder oldum...

-Peki bundan sonra ne olacak?

-Bundan sonra ne mi olacak? Sana ne olacağını söyleyeyim...

Bir süre bekleyeceğim ve etrafımda, kendini bir bok zanneden bütün o pörsümüş kıçlı onun bunun çocuklarına, neler olacağını göstereceğim. Onun bunun çocukları kıçlarının şarap gibi eskidiklerini sanıyorlar, ama kıçlarının sirkeye dönüştüğünü görebiliyorum. Zamanı geldiğinde, pörsümüş kıçlı onun bunun çocukları, kim olduğumu anlayacaklar...

Ve bu iş bittiğinde, gülen bir piç kurusu olacağım.

-Mutlu muyuz?
-Oh evet! Mutluyuz.

The only one who could ever reach me
Was the son of a preacher man
The only boy who could ever teach me
Was the son of a preacher man
Yes he was, he was, mmm, yes he was

Yavaş Çita Hakkında Herşey


Yavaş Çita Hakkında Herşey


Sürekli bir Yavaş Çita'dır gidiyor. Peki, sıradan bir Çita ile Yavaş bir Çita arasındaki farklar nelerdir?
Önce Çita'larla ilgili ön bilgi verelim. Nedir, ne değildir Çita?

[çAlıntı]
Çit (Sanskritçede) benekli anlamına gelen Çitraka sözcüğünden gelir) (Acinonyx jubatus) Kedigiller ailesinin ilginç bir üyesi olup, aslanlar gibi sürü halinde veya saklanarak avlanmak yerine, yüksek hızının avantajını kullanarak avlanan bir hayvandır. Kısa mesafede (460 m.kadar) 120km/saatlik bir hızı tutturabildiği gibi, sıfırdan 120 km/saat hıza sadece 3,1 saniyede erişebilmektedir.Eğer 460 metreden fazla koşarsa vücut ısısı 46 derecenin üstüne çıkar ve bu da çitanın beynine zarar verir. Vücudunda benekler olup başı küçüktür.Gözlerinin altından ağzına ve çenesine inen siyah çizgiler bulunur.Bu çizgiler güneş ışınlarını çeker ve böylece av için daha rahat bir görüş sağlar. En önemli özelliği de dünyanın en hızlı koşan memelisi olmasıdır.

Bilimsel Sınıflandırma

Alem:
Animalia (Hayvanlar)
Şube:
Chordata (Kordalılar)
Sınıf:
Mammalia (Memeliler)
Takım:
Carnivora (Etçiller)
Familya:
Felidae
Cins:
Aninonxy
Tür:
A. Jubatus [/çAlıntı]

Gelelim Yavaş Çita'ya... Aslında, doğada Yavaş Çita yoktur. Eğer, bir Çita koşamayacak duruma gelirse ya açlıktan ölür ya da başka canlılar tarafından öldürülür. Bu yüzden, yavaş bir çitayı National Geographic ya da Discovery Channel'da görmeniz mümkün değil.

Yavaş Çita'lar, Kedigillerin ortak özelliklerine sahip olup, bütün gün yatarak, etrafı izleyerek, hazır yemekle beslenip, film izleyerek vakit geçirirler. Öyle 120km/saat felan hızla koşmazlar, koşamazlar. Koşabilecek durumda olsalar bile koşmak istemezler, çünkü koşmaları için bir neden yoktur. Bir telefonla işlerini hallederler.

Devamsızlık yüzünden okula, mecburiyetten devlet dairelerine, sigara almak için bakkala çakkala, kızgınlık döneminde dişi bulmak için kafeye, bara giderler.
Eğer erken yatmak için bir nedenleri yoksa, geç yatarlar. Zaten erken kalkmaları gerekiyorsa, hiç yatmazlar. Her Kedigil gibi uykuyu severler, bir günde 15-16 saat uyudukları görülmüştür.

Ortam elemanı değildirler, geride kalıp kuul takılmayı severler, rahattırlar. Bazen sosyalleştikleri de görülür. Genellikle internet aleminde, 1024/256 bağlantı ile koşarlar siteden siteye, msn'e girip muhabbet ederler, çeşitli sitelerde takılırlar. Photoshop kullanıp, denişik san'ât eserleri ortaya koyarlar.


Ha bir de Blog'u vardır bu Yavaş Çita'nın, açıp Blog'a bir şeyler yazar. Bak mesela, bunu yazdı. Yaa.. ;)

Sıradaki!

Kitleleri peşimden sürükleyeceğim az kaldı.

Tamam neyse, bu 'kitle' meselesini bir başka yazıya saklayacağım. Bir de 'kitle' kelimesini seviyorum. Tek başına söyleyince çok salakça duruyor ama cümle içerisinde epik bir hâl alıyor.

Bu yazı aslında, pek sevdiğim birine... Taaaaa nerelerden kalkmış gelmiş, izleyicim olmuş, yazılarımı takip edecekmiş, okuyacakmış... Bilirim ben onu. Vardır böyle sululukları... ( :P )

Hoşgeldin; Peteğim, ballı çöreğim, bir dilim pastam, tıraş köpüğüm, antibiyotiğim, ördekim, böğürtlenli krepim, şurubum, Şupidom... xD

Sıradakiiiiiğğğğ!!!1111birbirbirbirrrrrr....

30 Mayıs 2009 Cumartesi

(A)Normal

Öyle normaldik ki, öyle rahat, öyle masum görünümlü, öyle aptal bakışlıydık ki... Biz istemediğimiz sürece farkedemezlerdi. Anlayamazdılardı içimizdeki gerçeği... Dünyada bir noktaydık sadece. Bazılarımızın yanında virgülü vardı. İstediklerimizi, biz istemediğimiz sürece bilemezlerdi ve inanamazlardı duyduklarında...

Sabırlı ve kararlıydık.
Görebiliyor ve anlayabiliyorduk.
Farkedebiliyorduk...

Sıradan gibi durduk,
İnandılar.
Neler olabilirdi
Anlamadılar.
Beyinlerini hücresinde
Hapis tuttular.
..

22 Mayıs 2009 Cuma

Sadece Bir Şarkı

Bir şarkı söyleyin benim için...
Bir parça çalın, hangisi olursa olsun...
İster yorucu, ister dinlendirici...
Sert ya da yumuşak...
Hızlı ya da yavaş...

Önemli değil.

Yeter ki, hayatımızda müzik olsun. Çalmayı ya da söylemeyi beceremesekte, dinleyebilelim. Teller hep titresin. Davullar yorulsun. Borular nefes alıp, versin.

Böylece yüreyebilir, düşünebilir, hissedebiliriz.
Böylece unutabilir, böylece unutulabiliriz.
Böylece hatırlayabilir, böylece hatırlanabiliriz.
Böylece yaşayabilir, güzel bir şekilde ölebiliriz.
Böylece 'Özgür' olabiliriz...

Sadece bir şarkı...

İyilik yapan her kim olursa affedilecek.
Bu yüzden bütün yolculuklarınızda iyi olun.
Böylece yakında ziyaretçileriniz olacak.
Şarkı kitabı ile geleceğiz.

Günahsız yaşarsanız,
Ve bir diğerinize elinizi verirseniz,
Güneşe gözlerinizi kısarak bakmazsanız,
Sizin için bir şarkı çalacak.

Uyuyamadığınız zamanlar,
Bir şarkı düşünmeli misiniz?
Ve cennet çatlar,
Bir şarkı cennetin ışığından hafifçe düşer.

Biz kulaklarınızın köleleriyiz.
Biz müzik için doğduk.
Ne zaman üzgün olursanız,
Sizin için çalarız.

12 Mayıs 2009 Salı

Dibine Dek Beyaz

Neden bilmiyorum ama sadece yazmış olmak için yazdığım bir yazı gibi geldi bana bu yazı. Öylesine boş sayfayı açıp boş boş bakıp, ne yazacağımı düşünmektense, hiç düşünmeden yazmak geldi içimden.

Anlık bir kararla, Blog'u açıp girişimi yaptım. Bembeyaz, tertemiz sayfaya gördüm. Ardından tuşlara basmaya başladım. Bastım, bastım bastım...

Karanlık hayatımızda, bembeyaz sayfalarla dolu defterler olduğu sürece, bir şeyler yolunda gidecek. Buna inanıyorum ve sizlerinde inanmanızı istiyorum. Beyazın büyüsünü hissetmenizi, yaklaşan geceye beyazlar giyerek çıkmanızı, doğan güneşin karanlığı sildiğini farketmenizi istiyorum.

Bilmiyorum, belki de çok şey istiyorumdur. Yine de, ne yazacağımı bilemediğim bu sayfada beyazlardan bahsediyorum. Aslında, daha fazlasını yazmak, size çok daha fazla şeyden bahsetmek isterdim. Fakat, gündoğdu ve benim uyumam gerek...

Vampir olmasam da, gün doğumunun hemen ardından uyumam gerektiğini biliyorum. Ve hepinize; "Günaydın" Diyorum...

Beyaz, beyaz..
Dibine dek beyaz...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Uyumak İstemiyorum

Uyumak istemiyorum.

Belki bana deli dersiniz, bilmiyorum. Ama uyumak istemiyorum. Çünkü, sabah uyandığımda, pembe besili bir balina kadar mutlu olamıyorum. Çünkü, her uyanışımda o süreli günlerden birinin daha uçup gittiğini hatırlıyorum.

Çok az kaldı...

Belki de, geri döndüğümde ayak uydurup bir düzene oturtacağım herşeyi ve mutlu olacağım. Ama yinede her şey gibi bir öncekini hatırlatacak bana yarınlarım...

Yaşamadan, kötü olacağını düşündüğüm için mi kötü olacak yoksa hayat ilk defa beni şaşırtacak bir şeyler mi yapacak? Meçhul...

Kendimi tasmalanmış gibi hissedeceğim. Boynuna çipli tasma takılmış evcil bir Çita, kafasına estiğinde koşturamayacak yavaş bir çita! Yavaş bir çita olacağım!

Uyumak istemiyorum...

As your skin starts to scratch,
And wave yesterdays action goodbye.
Forget past indiscretions,
And stolen possessions,
You're high.
In the cold light of morning..

8 Mayıs 2009 Cuma

Evrim

İnsan bir hayvandır...

Doğru. Fakat, kökeninde yatan gerçekleri reddetmek konusunda bazı insanların fazlasıyla ısrarcı olduğunu düşünüyorum. Hayvan olmadıklarını iddia etmek gibi bir takıntıları var...

Ben, bugüne dek Fotosentez ya da Kemosentez yaparak hayatını sürdüren bir insan görmedim. Buna rağmen, birilerine "hayvan" dediğinizde alınır. Bana bakmayın, ben alınmam...

Oysa, insan bir hayvan olarak bu dünyada evrimini tamamlamış olsa da, evrimin kökeninde yatan gerçek bu değil.

Darwin yalan söyledi!

Evrim böceklerle başlamıştır. Hayır, komik değil. Gerçek...

Her örümcek bir dokumacı, her karınca bir naim süleymanoğlu, her arı bir işçi, her salyangoz karavanıyla dünyayı gezen bir maceraperest, her uğurböceği sevimli bir çocuk, her sinek bir pilot'tur...

İnsanoğlunun 20. yüzyılda geliştirdiği özelliklerini, onlar yıllar önce bulmuştu. Bizlerse sadece onları taklit ettik...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Yavaş Çita

Solgun bakışlı genç çocuk... Kaşları hep çatıktır. Nadiren gülümser, zoraki olarak güler. Gözleri hep yere baktığı için, kamburu çıkmış gibidir. Gülümsemeye alışkın olmayan yüz kasları, gülmek zorunda kalınca fazlasıyla kasılır, dudaklarının kenarlarında yaralar açılır, ağzı biraz daha genişler...

Pek fazla konuşmaz, eğik başıyla çatık kaşlarının altından bakar dünyaya. İçten bir şekilde gülümsediğinde, göğüs kafesinin altındaki o 'hissi' unutur. Yüzü gülmese de, gözlerinde o mutluluk parıltısı olmasa da, kalbinde bir rahatlama vardır.

Gülümsemez, çünkü gülümsemek yakışmaz ona. Kahkahalar ise çirkinleştirir kırışıklarla dolu yüzünü. Bu yüzden mutluluğu, hep bir sonrakine erteler.

Oysa sorunları, bir incir çekirdeği dolusu kadar, suskunluğu doğal, intihâra meyilli olmayıp kimselere karışmadan, arka sıralarda oturup resimler çizer sayfaları sararmış defterinin yapraklarına. Önce çay bardağına benzer bel belirir, sonra kalçalar ve göğüsler, bacaklar ve ayaklar... Muntazam bir şekilde ölçüp biçildikten sonra, çizgiden kuklasının başını oturtur yerine...

Gözleri ve dudakları belirlemek için kulakları çizer. Saçlar, kulakların yanından siyah bir sel gibi akar. Küçük ve dolgun dudaklar yerleşir yüze, ardından parlak cam kürelere benzeyen iri gözler belirir yüz denilen bölgede. En sona ise minik bir burun kalır, güzelliği tamamlayan...

Kız gerçektir...

Daima gülümseyen zeki kız... Kaşları nadiren çatılır. Her zaman gülümser, kahkahaları ile şenlenir dünya. Gözleri yıldızların altında parlak, başı bulutlara değer. Öyle biçimlidir ki yüz hatları, üzüldüğünde ya da isteyerek bile olsa çirkinleşemez. Her gülüşünde bir kiraz çiçeği açar dudaklarının kenarında...

Sözcükleri özenle seçermiş gibi, her cümlesi dinleyeni meraklandırır. Parlak gözleri ile bakar dünyaya. İçten bir şekilde gülümsediğinde, gözlerinden etrafa ışıklar saçılır. Karanlıkta kalanları aydınlatır, yalanları açığa çıkarır ve kötülükleri uzaklaştırır.

Üzülmez kolay kolay, çünkü başarılarla dolu hayatında, hatalara yer yoktur. Kahkahalarının çınladığı sokaklarda, insanlar sorunlarını unutur.

Oysa büyük sorumlulukları vardır hayatını kaplayan. Her zaman çalışır ve başarır. Fakat, başarısı bir başka engelin müjdecisidir çoğu zaman. Bu yüzden ön sıralarda oturup, ders dinlemek zorundadır. Notlar alır bembeyaz defterinin yapraklarına. Hep bir formül, bir dipnot ve önemli noktalar yazılıdır.

Harfler birbirini kovalayıp durur, çizgili sayfalarda. Sayılarsa bitmek bilmeyen savaşlarını verir, defter yapraklarının kareleri üzerinde. Formüller en önem arzeden noktalarda siper alır. Sözcükler silahlanıp, bir sonraki cümleyi destelemek için beklerler...

~SoN~

Yıllar Sonra...

Dişi Aslan, kendine bir sürü bulup yaşamına devam eder. Geride, körelmiş pençeleri ile asık yüzlü bir Çita ve ağaç kabuklarına kazıdıkları kalır...