31 Temmuz 2009 Cuma

Kelimeler Dizdim Size

Kelimeler dizdim size
Boncuklar gibi..
Gelişigüzel, rengarenk
Ucuz kolyeler misali...

Yazmayacaktım. Sahi, öylesine geliverdi. Milleti gördüm yine bloguna yazmış. Özendim çocuklar gibi... Bizimki blog değil mi? Diye sordum kendime. Blog tabi be...

Günlerdir kendimi paralıyorum bir şeyler yazabilmek için. Tüm o boşluklarımı doldurmak için, yalnız yürüdüğüm yollarda süslü kelimeler düşünüp, etkileyicilik potansiyeli olan kelime ve cümleleri EBS'ye sokuyor, geçenler ve geçemeyenleri ayıklıyorum. (EBS: Etkileyicilik Belirleme Sınavı)

Tabi ki, burada yazılan tüm bu sözler tamamen, şu anda spontane çalışan bir beynin ürünüdür. Gerçek midir, değil midir bilemedim şimdi. Lakin uykusuz ve yorgun olduğu göz önünde bulundurulursa; Konudan sapmalar, başlıktan kaymalar, yerinde duramamalarla birlikte, kendiyle çelişen bir varlıkla karşılaşmış gibi hissederseniz eğer... Korkmayın.

O benim işte.

Kadınları hiç anlamıyorum. Ablayken, kardeşken, arkadaşken o kadar iyiler ki, o kadar içten, o kadar sevecenler ki... Sonra bir sevgiliniz oluyor ve onunda başkalarına karşı böyle olduğunu görüyorsunuz. Sonra sizinle kavga ediyorlar ve kendi dertlerinin çözümünü düşünemeden (!) başkalarının dertlerine deva oluyorlar.

Kabul ediyorum, kızlardan akıl alır, onlara danışırım. Durumu özetler, yardım beklerim. Çünkü; Ben... Kızları... An-la-mı-yo-rum.

Eh, anlayan birilerini bulup bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama aşk desem, bir daha uğramaz kapıma. Birliktelik, belki... İkili ilişkiler felan, ürkütücü.

İşte böyleyim... Okur, okuyucu, takipçi, seyirci, gözlemci ve her neysen işte.

Dipnot: Bugün, dahi anlamındaki de'yi, teferruatlı durumlarda ayıramadığımı itiraf ettim. Güzel bir şey yaptığımı düşünüyorum. En azından kendimle barışık bi adam olayım dimi?

Dipnot'un Dibinden Bir Yerlerden: Şiir'i ve başlığı da yazıyı yazdıktan sonra ekledim. Uysun diye, uyduramadın diyen varsa yan gelsin artık...

Eklemezsem Olmayacağını Düşündüğüm Dipnot: Evet, boku çıktı. =)

Bu da eşantiyon olsun...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bela Mıknatısı

Tükürükte söndü sigara...

Bela mıknatısıyım ben. Nerede can sıkıcı şey varsa beni bulur, nerede abuk subuk adam varsa benim çevremde. Belki de benim lanetim bu? Önceleri, benim lanetim bir daha hiç, âşık olamamak diyordum ama... Bu daha kötü sanırım. Hiç bir zaman kötü arkadaşlarım olmadı, bana beddua edeceğini düşündüğüm birileri de yok ama neden?

Nerede hep gereksiz insanlar beni buluyor? Neden canımı sıkıyorlar? Neden lüzumsuz yere dünyamızın oksijenini tüketerek bize zarar veriyorlar? Neden Tahtakuruları kadar faydalılar?

Evet, bakmayın bana öyle çünkü sizde öylesiniz. Bende öyleyim, bazılarımız birbirini çekiyor, bazılarımızsa itiyoruz. Kutup meselesi N/N - N/S gibi...

Benim yörüngemde takılıyorsan, çekim sahama girdiysen veyahut bir kaza olupta yanıma yaklaştıysan. Kutubun bana uyacak arkadaş!..

Ters adamım ben...

Ve bir daha hiç yanmadı...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Mr. Gray

İçimdeki yaşlı adam konuştu.

"Bu boku yıllardır yiyorum. Tadı hiç değişmedi..."

Evet, sürekli yazıyorum. Baktığımda geride kalan tek şey tebessüm. Kendi öğütlerimi kendim tutmuyorum. Belki de albenisi yoktur diye, uymak gelmiyor içimden. Bir şeyleri satabilmekte bir sanattır. İnsan başkalarına yol göstermeden önce kendisi bu yoldan gitmelidir. Kim gidiyordu ki ?

İçimdeki duygu, hissettiklerim, yaşlılık değil. Daha farklı, üzerimde bir ölmüşlük var... Bildiğin ölmek gibi. Sanki, derilerim üstümden dökülüyormuş gibi. Vücudum kararıp, morarmasa da, et parçaları yürürken üstümden dökülüyormuş gibi. Bazen, kollarımı, vücudumu tutuyorum. Parçalanmayayım diye...

Oysa o kadar gencim ki, neden bu bitkinlik? Daha canlı olmam gerekirken neden üzerimde bir uyuşukluk var? Neden insanlara sataşıp canlarını sıkan pis bir moruğum? Gençleşmem için illa bir bakirenin kanı mı
gerekli?

Soğuk bir şeyler almalıyım. Dinlenmek bana göre değil, bunu farkettim. Uyku beni yaşlandırıyor, evet bunu ben söyledim. Uyanık olduğum zamanlarda yaşamaya daha fazla eğilim gösteriyorum. Uyuduğum zamanlarda gördüğüm rüyalar çoğu zaman iç açıcı değil. Çok nadiren, bir rüyanın sürüp gitmesini istiyorum.
Dinleyecek hiç birşeyim kalmadı. Tükettim tüm albümleri ve her yaşlı adam gibi, yeni şeyler almak yerine eskilere sarılıyorum. Yaşlanıyorum, ölüyorum...

Dorian Gray gibiyim. Daha iyi bir örnek olamazdı sanırım. Onunla aramızdaki tek fark, benim bir tablom olmayışı. Kısa sürede bir tane edineceğim.

İşte yine yazıyorum.
Ve tadı hiç değişmedi...


16 Temmuz 2009 Perşembe

Nefret

Var olan herşeyden nefret etmek için iyi bir sebebim var. Tüm o kahkahalar, iğrenç gülüşler, mutlu insanlar, aptal bakışlar, her yerime bulaşan, sinen o gülücükler...

Nefret o kadar küçük ki, küçük ama etkili. İşte bu kısa yazı gibi, susuyorken yakıyor insanın canını. Hiç hareket etmiyor, tehdit savurmuyor... Öylece duruyor ve siz; Üstünüze alınıyorsunuz. Ve böylece nefret yine olması gerektiği gibi oluyor...

Sizden, evet sizden. Nefret ettim...

...Tomorrow's turmoil tonight
carbon mirrors of my yesterdays...

DayLight Dies - A Life Less Lived

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Gece Günlüğü

Gece Günlüğü - 1. Bölüm

Annemin kucağında, uykuyla uyanıkla geçen dakikalarla başladı bugünüm. Çarşambanın ardından, Perşembe'nin ilk dakikalarıydı. Çarşambaları severim...

Özlediğim o duyguyu, küçük bir çocukken annemin dizlerinin dibinde uyuduğum gibi uyumaya çalışıyordum. Bir yandan uyumak için çabalıyor, diğer yandan ayakta kalmak için kendime direniyordum. Diğer yanım kazandı. Ayaktaydım...

Benim olan, bana geri dönmüştü. Kalktım, odama ilerlerken farkında olmadan ektiğim dostumu hatırladım. Sola çark ettim, geri döndüm, telefonu aldım. İlerlemeye devam ettim. Gittiğim bir yolu geri gitmeyi hiç sevmem. Ne kadar kısa mesafede olsa bile. Ahizeyi kaldırmak kadar karizmatik olmasa da, çeviri sesini almak için telsiz telefonun tuşuna dokundum.

Ses yok... Ne bir cızırtı, ne bir çınlama... Hiç birşey...

Geçenlerde çekip bir kenara attığım kablolar yüzündendi. Sorunu ben yaratmıştım. Çözmekte bana düşüyordu. Yere oturup, kabloların birbirine temas etmesini sağladım. Kulağımın altına sıkıştırdığım telefon açıktı.

Kabloları temas ettirdim... Bir öpücük gibi... Bir fısıltı gibi...

Sonra çığlığını duydum Graham Bell'in. Bağırıyordu!.. 'Yaşıyorum' diyordu... Kabloları söktüm. Öldü galiba dedim. Sonra bir bıçak buldum, psikopat bir cerrah gibi deşmeye başladım kabloların derisini. Kestim, yüzdüm, soydum...

Aslında yaptım dediğim şeyleri yaparken çok uğraştım. Kabloları kesmek sandığım kadar kolay olmadı. Her biri saç teli kalınlığında olsa bile, o dışındaki katmanı yarabilmek için çok uğraştım. Bıçak en vahşi kurtların dişinden daha keskin olsa da, kablo yerine etimi kesmek konusunda daha hevesliydi. Ve kesti de...

Kanım yavaş yavaş, bir havuzda birikircesine kesiğin üzerinde toplanırken, parmaklarımın arasındaki kablolara bulaştı. Bir süre sonra, pıhtılaşıp yapış yapış oldu. Zaten parmaklarıma göre ince olan kabloları tutmam daha da zorlaştı. Sinirlendim, ısırmaya çalıştım. Dudaklarımdan çarpıldım, emdim elektriği... Nikola Tesla görebilseydi, benimle gurur duyardı. Fakat bana canlıymış gibi karşılık veriyordu kablolar, içine küçük şakacı bir ruh kaçmışta, benimle eğleniyormuş gibi...

Kabloların içindeki küçük, kötü, şakacı ve iğrenç ruh kanımı emdi. Kalanları çöp kutusunun üzerine tükürdü, sonra daha önce hiç bir görmediğim kanatlı, siyah ve en az o şakacı ruh kadar iğrenç bir böcek gelip, kanımın üzerinde dans etti...

Ama ben, kazandım... Graham Bell yaşıyordu, o iğrenç, küçük, şakacı, patavatsız şeytanı kaçırmıştım...

İşte yeni başlayan bugünün ilk saatlerinde bunlar gerçekleşti. Tam olarak anlatmasam da, özetleyebildiklerim bu kadar. Üstelik, neden size herşeyi anlatayım ki?..

Theres a devil waiting outside your door...
How much Longer?



9 Temmuz 2009 Perşembe

İstiyorum!

" İsteklerimi karşılamazsanız, bu blog'u havaya uçururum! Tüm izleyicilerim, küçük parçalara ayrılır! "

Aaaaynen öyle!

Bu yazının konusu isteklerimle alakalı. Sizlerde bilin artık bunları, hani kimsenin bu istekleri karşılayabileceğinden değil de... Sizinde istediğinizden eminim. Sizin yerinize ben dile getireyim istedim. Evek, böyle istedim.

so let it be written
so let it be done!

Diyorum ve başlıyorum.
  • Örüğüm günde 1 cm (santim evet.) uzasın. Yeteri kadar uzayınca dursun, uzamasın.
  • Telefonlar dışa ses vermesin artık, herkes "sessiz" modda çalıştırsın telefonları. Kırolar sokak ortasında açmasınlar müziği..
  • Toplu taşıma araçlarındaki tanımadığım ve bugüne dek hiç görmediğim insanlar, kankaymışız gibi takılmasınlar
  • Sandman'le anlaşma yapalım, o benim uyku ihtiyacımı ortadan kaldırsın. Bende ona her ay belirli miktarda kurban sunayım.
  • R.A. Salvatore benle birlikte roman yazmak istediğini söylesin bana. Sklemeyeyim...
  • Hiç uğraşmadan Almanca öğreneyim.
  • R+ bana oturmaya gelsin. Oturup takılalım, kanka olalım.
  • İkoncanların hepsi küçültülüp 50x50 piksel yapılsın. Yollara saçılsınlar, millet üstüne bassın. Gökten prezervatif gibi yağsınlar..
  • Tim Burton'la birlikte çalışayım, Quentin Tarantino'nun yardımcı yönetmeni olayım. Birlikte filmler çekelim.
  • Mersin'de frp oynayan insanlar bulayım, birlikte campaign'e başlayıp Quest'ten quest'e akalım. Ben DM olmiyim.
  • Bir sürü param olsun, tek tek sayamayayım.
  • Bu bir sürü parayla, devasa bi ev alayım. Eve kütüphane yapmayayım, bütün Ekşi sözlük yazarlarını bi salona toplayıp orada maaşlı olarak çalıştırayım. Beni siteye girme zahmetinden kurtarsınlar.
  • Ceren'in dediği gibi; Biri bana gelsin ya da gelmesin, sktret.
  • Sevgilim olmadığı gibi ihtiyaç duymama huyumdan kurtulayım. Sevgili edineyim. (Evcil hayvan edinmek gibi dimi?)
  • Her gerilim filminde olduğu üzere (korku filmi değil onlar.) bir grup arkadaşımla, perili, öcülü, böcülü bi yere gidip kamp yapayım. Arkadaşlarım merak edip, etrafı araştırırken, ben aynı yoldan geri döneyim. Hiç kendimi kasıpta olaylara karışmayayım.
  • Blog'umda 14195491589158918 tane izleyici olsun. Hepsi bana tap tap diye tapsın.
  • Joulia Stepanova ile evleneyim. (R+ Sonne'nin klibindeki opera sanatçısı apla.)
  • Lila Downs'la beraber düet yapalım.
  • WotC'ta çalışayım. (O.o)
  • Teknik resim öğretmenimin, steve gibi çocuğu olsun.
  • Japonya'ya yerleşeyim.
  • Annem kendi kendime bunalımlara girmesin. İyileşsin bir de..
  • Üç nokta kaldırılsın, artık iki nokta olsun..
  • Lüzumsuz insanlar kendilerini direk silsinler msn'den, uğraştırmasınlar bizi. Yer kaplamasınlar..
  • Yeni isteklerim olduğunda bu liste kendini otomatik olarak yenilesin, ben düzenlemekle uğraşmayayım.
İşte bunları istiyorum. Ben üye olmadım ama sizinde böyle karın ağrılarınız varsa eğer, http://istiyor.us/ a girip takılabilirsiniz. Güzel yermiş, öyle duydum.

Bu yazının parçası; R+ / Ich Will

Joulia Stepanova

Yeni Uygulama

Yeni bir uygulama başlattım, yerseniz. Yerseniz derken, uygularsanız diyeyim. Daha doğru, daha nazik, daha insancıl olur. Yerseniz biraz daha itici duruyor. Ama kullandım dimi? Kullandım evet.

Uygulamamızın olayı şu,

Ben Müzik eşliğinde yazan bir insanım. Her yazıda, beni körükleyen bir parça vardır mutlaka, önceden o parçadan bir kaç satır koyardım. Yazıya güzellik katsın diye, sonradan dedim ki, herkes anlamayabilir. İnsanız sonuçta... Ben; "Yazının Soundtrack'i ya da Cıngıl'ı" gibi bi olaya gitsem iyi olur dedim.

Beeyle, en aşağıya youtube, myspace gibin linkler veririm parçanın adını korum oraya. (Korum evet...) Sizde dinlerken yazıyı okursunuz.

Filmi 3D gözlükleri ile izlemek gibin bişiy bu. Bu aralar revaçta ya, takıyosun mavili kırmızılı gözlüğü. Bak öyle deyince aklıma Matrix geldi lan. Mavi ve Kırmızının olayı o mu ki lan? Eğer o'ysa ve ben yeni aydıysam, yorum atıp ezmeyin, küfrederim.

Uygulayın, mavi kırmızı farketmez. Her türlü veriyo ayarı bizim uygulama.



Deliler Gibi

Deliler gibi...

Aha bu akşam deliler gibi yazacağım işte. Öyle böyle değil hemde, Ceren'le olan konuşmamızın ardından boşladığım gerçeğini bi yüzüme vurdu. Oha falan oldum... Öyle oldum işte.

Küfürden konuştuk bugün, benim utanmaz bir varlık olduğum aklına öyle kazınmış ki, sövmek isteyipte sövemedim diye utanınca, şaşırdı. Şaşırdı lan bildiğin, utanmaz mışım ben!?

Bi kere gördünüz mü benim iletimde küfürlü bişey? Şu yazılar içerisinde anaların bacıların havada uçuştuğunu bi kere gördünüz mü? Göremezsiniz, yazmıyorum çünkü. Ama bundan sonra yazıcam, hatta küfürlere yeni bir boyut kazandıracağım. Öyle esaslı söveceğim ki kıskanacaksınız küfretmeyi. Özendireceğim sizi, sigaraya başlatır gibi küfüre alıştıracağım.

Çok atar yapmış gibi mi durdum be? Öyle ama... Atar yaptım.

Bu arada, atar yaparken babamın telefonu çaldı. Fransızca çalıyor adamın telefonu! Şey müziği gibi... Şey gibi işte aburakoyi... Garipsedim, bende istedim o melodiden, gönderemedim telefonuma.

Ha bu arada, söz konusu telefondan açılmışken, o telefonu toplu taşıma araçlarında, insanların bir araya gelip sosyalleştiği mekanlarda sesi açıp müzik dinleyerek ÖKÜZlere iyi bir çemkireceğim.

ADAM OLUN LAN!

Önceden görmemiştiniz, bilmiyordunuz çekip çükünüzü kopardınız. Çüksüz kaldınız, hiç mi ders almadınız aburakoyi? Hala insanlıktan nasibini almamış gibi görgü fukaraları gibi davranmaktan vazgeçin.

Sigarayı bırakmak, uyuşturucudan kurtulmak için terapiler uyguluyorsunuz, dünya bi para döküyorsunuz. Biraz da şunların halini görüp, yardım dernekleri olarak mallıktan kurtarın insansıları (insan demiyorum bak dikkat et.) vatana millete kazandırın. Ne bileyim, telefonları makatlarına fitil olarak tatbik ettikten sonra, arayıp titreşimi yaşatın felan.

Anlarlar mı ki? Anlamazlar...

Evet, bu arada, deliler gibi yazıyorum dedim. Yazdım işte! Okuyun lan.

Yazının Soundtrack'i: Frankie Valley - Stay (Just a little Bit Longer)

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Kurbağa Prenses ve Fikirler Diyarı

Her gece aynı terane, yazıyorum işte bak bu sefer. Kendimle savaştım ve kazandım. (Garip dimi?)

Ne yazacağımı bilemeden öyle, laf arasında geçiştirilen şeylerden böyle tadımlık bir şeyler karalayıvereyim dedim. Karalamakta pek demode olmaya başladı artık. Ne karalıyosun olm? Bal gibi klavye işte, neyine karalıyorsun?

Değişik fikirler geliyor bu aklımıza, çoğul eki kullandım evet, tek başıma bulmadım onca şeyi. Dostlarında katkısı oldu ama hayata geçirilecek projeler değiller. Kişisel olarak kullanımı olabilir, sonra tutarsa fikiri satarız diyoruz.

Ne gibi?

Misal, evcil hayvan olarak, öptüğünde prense ya da prensese dönüşen kurbağa... Nasıl ama ? Alıyosun öpüyosun. "Boş yok!" diye de reklamını yaptın mı tamamdır!

Çeşitli yastık fikirleri de var ama onlar tutar gibi, bu yüzden çalınmasın diye fikri yazmıyorum buraya. Değişik şeyler bulursam kaydederim yine.

Her gece bilgisayarın başına oturup, ha yazdım! ha yazıcam! Güzel bi de konu bulurum, yazarım uzun uzun! diyordum. Olmuyormuş a dost... Yazamıyormuş insan...

Kurbağa olayını bir deneyeyim, haber vericem size de... ;)

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Gökkuşağının Üzerinde Bir Yerlerde

Karışığım...

Parça parça, tane tane, birbirinden ayrılmış ama bir arada duran onlarca zerreyim. Biraz hareket edebilse, bir kuvvetle savrulsa birbirine karışabilecek su damlacıkları gibiyim. Vurduğunda dağılan civa misali oradan oraya akıyorum bilinçsizce...

Sözcükleri maddeleştirebilseydik eğer, her biri farklı bir şey olur çıkardı. Emir sözcüğü olarak düşünmeyin, istediğimizde yaratabileceğimiz şeylerden bahsetmiyorum. Söyleyiş tonumuz ve söylediklerimiz hakkında anlatmak istediklerim.

Kağıt kesiği gibi acıtan ve sevimli gülümsemelerle servis edilen sözcükler vardır ya, ah işte onlardan bir tane istiyorum. Yanına bir de ağır hasar veren, en ağır küfürlerden değil de, daha içten gelen, insana kendini koca bir sıfırmış gibi hissettiren cümlelerden getirin. Immm... Aperatif olarakta, biraz sorun olayım, küçük bir tabakta olsun lütfen.

Tüm bunları yedikten sonra, üstüne sigara niyetine çekilen sözler vardır ya. Ah onlar gerçekten güzel, seviyorum onları, doğal ağrı kesiciler onlar. En çokta onlardan istiyorum, farklı dostların doğumgünü armağanları gibi, güzelce paketlenip getirilsin önüme...

Ve geliyor akşam yemeğim...

Ve böylece bencilleşiyor, böylece iğrençleşiyor, böylece nefret edilesi bir varlık haline geliyorum. Böylece, iğrenç görüntümün altından gerçekleri görüyor, izliyor ve beynime kazıyorum. Böylece, sizi sizden daha iyi tanıyor ve sevgimi sunacağım kişileri özenle seçiyorum. Böylece, beni yüz üstü bırakmayacak dostlar ediniyor ve onları Gökkuşağının üzerinde bir yerlerde konuk edip, güneşi korkmadan izleyebilmelerini sağlıyorum.

Böylece kanıyor, böylece acı çekiyor ve böylece kabuğumdan sıyrılıp, içinde yattığım iğrençlik kozasından arınıyorum. Böylece, Gökkuşağının üzerin çıkarak dostlarımla bir araya geliyor ve yıldız ışığının görebiliyorum.

Teşekkürler, benim minik tetikleyicilerim...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Beynim Zonkluyor!

Yazmak için yol gitmek gerek diyen birileri varsa eğer, bir gün ona katılacağım. Birileri böyle söylemişse katıldığımı farzedin. Hatırlıyorum çünkü böyle bir şeyler. (Bknz: Yaz kızım.)

Yolculuk insanları düşündürüyor, mal gibi etrafına bakmak dışında, en mekanik fanatiği bile bir şeyler düşünmeye sevkediyor. O bir parmak kalınlığındaki camdan dışarıya bakarken, aklınıza olur olmadık şeyler doluyor...

Evet, evet fena değil.

Benimde aklıma bir sürü şeyler geldi Tospaam,. Yazayım dedim, yeltenemedim bile. Öyle yorgun, öyle bitkindim ki son günlerde... Elimi kaldırsam kalkmıyor, gözlerim ekrana bakmaktan ağrır hale geldilerdi. Az kaldı bir gün sonra, Staj'ın ilk izni geliyor haftasonu ile birlikte...

Yok artık öyle erken kalkmalar felan...

Lan bi de ben size yol boyunca gördüğüm o doğanın dünyayı ele geçirişi ile ilgili hikayeyi yazacaktım. Okuyacaktınız böyle, bilinçlenecektiniz. Hepiniz bi anda Grinpisçi kesilecektiniz. Yazacağım ama inşallah, böyle sıkış tıkış olmuyor.

Aralarda kaldım aralarda!
Beynim zonkluyor!..

Yazıcam ama lan... Valla bak...