31 Mayıs 2010 Pazartesi

Ruhumun Olumsuzluk Eki





Uzun zamandan bu yana, bende bir şeylerin eksikliği ve bir şeylerin fazlalığı var. Söz konusu dengeler olunca, her daim bundan bahseden biri olarak, bu "bir şeyler" i tutturamadığımın farkına varalı çok oldu ama tam anlamı ile boş bir anda düşünme fırsatım olmamıştı.


Ortada orantısız bir şeyler var.

Bu orantısız durumlar, hayatımdaki bir takım planları alt üst etmekle kalmıyor. Farkedemesem de, kendi içimde yaşadığım lale devrinin hemen ardından beliren çöküşün habercileri yavaş yavaş geliyor üstüme. Hızlı bir kemer sıkma politikası ile durumları düzeltmek için çalışmalara başladım diyebilirim. Tabi ki, bunun önleyip önlemeyeceğini ileri ki zamanlarda göreceğim.

Ama farkettiğim bir şey var. Tanrı insanlara oruç tutmaları gerektiğini bildirdiğinde, gerçekten ne yaptığını biliyordu bence. Ramazana kadar bir ön hazırlık düşünüyorum aslında. İstek ve arzularımı bastırmaya çalışmalıyım.

Şu ana kadar bahsettiklerim, binlerce yaşam içerisinde, genellikle beni ilgilendiren (bazen benden çok annemi ilgilendirdiğini düşünüyorum da.) hayatımdaki maddi problemler. İş, duygusal boyuta gelince (yok yok, gerçekten duygusal) işler biraz daha normal gibi. Yani benim normalimde.

Melankoli, bana taşındığından bu yana çekip gitmeye hiç niyetli olmayan bir arkadaş gibi davranmaya başladı. Kovamadığınız, istesenizde evinizden kovamadığınız gereksiz bir dost sanki. Fakat şunu söyleyebilirim ki, bir an için, yalnızca bir an için iplerin benim elimde olduğunu hissettim. Hemde, muhtemelen hayatımın yalnızca bir kaç gününü dolduran bir insanın varlığı ile yakaladığım özgüvenin tasmasını bırakmaya hiç niyetim yok.

Bir büyüğümün söylediği üzere, inandığım takdirde bir şeyleri başarabilirim. Bunu yaşayarak öğrendim, dalga geçtiğimiz o reklamdaki aptal kızın söyledikleri aslında ne kadar anlamlıydı. İnanırsak oluyor hakikaten. Öyleyse, neden inanmayalım ki ?

İşte bu inançla, bir şeyleri yapma kudretini kendimde bulurken, göğüs kafesimin altında beslediğim evcil hayvanımın sözcüklerini duyabiliyorum. Ruhumun olumsuzluk eki, her seferinde bana bir 'yapamayacaklarım' listesi çıkarıp duruyor. Ve ben hayatımın büyük bir çoğunluğunu, ona uyarak geçirdim diyebilirim.

Bütün isteksizliklerimin anası, üşengeçliğimin kaynağı olan bu küçük lemura karşı bir şeyler yapmaya başladığımı hissediyorum. Onu yok edemem, şu anda bile bitmek bilmeyen telkinleriyle bir şeylerden vazgeçmem gerektiğini söyleyip duruyor. Dediğim gibi onu yok edemem ama sindirebilir, hakimiyet kurabilirim. Ben ki, koca tiran. Neden yapamayayım?

İçinizden herhangi biri bana, yapamayacağımı söylerken ve bildiğim bir şeyler var ki, yapamazsın ayağı çekerken geçerli bir neden söyleyebilir mi ? Sanmıyorum. Elbette onları suçlayamam çünkü bu düşüncelere sahip olmalarını sağlayan benim, bunu onlara ben hediye ettim. Tüm başarısızlıklarımı, vazgeçişlerimi ve kayıplarımı... Ben inanmıyorken, onlar nasıl inanabilirdi ki.

En azından şimdi ne istediğimi biliyorum. Bir parça istikrar, hepsi bu. Onu elde ettiğimde, beğendiğim bir şeylere bağımlı oluşum gibi bu sürekliliğe de bağımlı olacağım. Kurtuluşum yine bağımlılıktan olacak. Buna eminim. Sömürdüğüm kitaplar, filmler ve müzik grupları gibi. Hepsini bağrıma basa basa, boklarını çıkardığım gibi bu yeni duyguya da kapılıp gideceğim. Benim için aşkın yerini ancak bu doldurabilir sanıyorum ki.

Hepsinden önemlisi, buna inanıyorum.

Ve siz bu yazıyı okurken, ben bir zafer kazandım dostlarım. Günlerdir yapamadığımı yaptım, deşarj olmak için harcadığım blogumun sayfalarına, gerçek bir konuya sahip, eski ağdalı sözcüklerle dolu yeni bir yazı yazdım. Yavaşlığı aşıp topallayan bu çitanın ayağı düzeldi artık. Şimdi, tüm çayırlar korksun bende...

Çünkü, çok fazla toz kaldıracağım...

Dipnot: Parçanın soundtrack'i, yukarıdaki klipte de gördüğünüz gibi Korn-Make Me Bad. Jonathan Davis'in içinde gezinen o küçük şeye dikkat edin. İşte, ruhumun olumsuzluk eki olarak tanımladığım şey, tam olarak bu!

25 Mayıs 2010 Salı

Benbenbenbenbenbenbee...

Kendi mouse'um bile yabancı bana...

Bilgisayar ve internetsiz geçen o günler, çok fenaydı. Çok fena, ta ki bugüne kadar...

Kendimi kolları tamamlanmış bir adam gibi hissediyorum, bambaşka bir kişiymişim de, benliğimi yeni yeni buluyormuşum gibi. Biliyorum, bilgisayar bağımlısıyım. Halimden memnunum.

Yazma özürlü bir hale, yani bu hale gelene kadar ben ne yaptım bilmiyorum ama bilgisayarım yokken, çok fazla düşünme imkanım oldu. Artık, eve geldiğim akşamlarda kendime yapacak bir şeyler bulmuştum. Boş vakitlerimde plan yapmıştım, artık bir mal edasıyla ekrana bakmayacak, yeniden anime izlemeye başlayacak, delilercesine film indirecek, oyunlar kuracağım. Bunda kararlıyım, her şeyden öte, Cowboy Bebop: The Movie anime konusundaki iştahımı kabarttı diyebilirim.

Gayet tabi, bana aşılayan kumaşıma sevgiler burdan. Filmi izlediğimde, görüntülerin şahane olduğunu ancak anladım kumaş! xD

Geldik geri kalan kısımlara...

Başka şeyler var tabi hayatta, bir anda bir mutluluk patlaması yaşandı. Bozuk olduklarımızla düzeldik, abilerin kralı kardeşini kutsamış olsa ki, artık çalıştığımız yerde de yüzümüz gülüyor. Zaten, şu günlerde iş hayatı aptalca geçiyor, mallık git gide şiddetlenen bir hastalık ki, hafızaya çalışıyor diyebilirim.

Yarın tatil bana, yarın çarşamba, bilen bilir ben Çarşamba'ları severim. Mühimdir çarşambalar...

Ben bi seferi adam,
Sen o vazgeçilmez kadın...

Of of of of..

Bambaşka şeyler oluyor. Hatta şu anda, gözlerimin önüne direk, Yahşi Batı'da; "Bunlar daha başlangıç, çok daha büyük şeyler olacak!" diyen adam geldi. Yanımda aha, git git!

2 Mayıs 2010 Pazar

İstediğinizbaşlığıverebilirsinizbuna

Neden hala hayattayım?
Sanırım ölmek istemediğim için.
İnsanı rahatlatan tek şey,
Ölmek isterse ölebileceğini bilmesi.
Aslında katlanılamaz olan ölmek değil,
İstediğin zaman ölememek olurdu sanırım.

Akrostiş yapamadım, kusura bakmayın.